Taşra, haset, siyaset
Başkasının elindeki nimetin, varlığın, konumun vs. yok olmasını arzu etmek manasına gelen haset belki de dışa vurmaktan en çok çekinilen duygudur. Haset sadece düşmanlara değil dostlara karşı da duyulur. Haset ayyuka çıkarsa kişinin dostu, aslında bir dost değil de bir rakip olduğunu fark eder ve onun düşmanı olur. İnsan, küçüklüğünü herkese ilan edecek bu muhteris duyguyu bu yüzden kalbinde saklamayı tercih eder ve cana yakın bir gülümsemeyle üzerini örter.
Hasedin doğması için hiyerarşi, sınıfsal tabakalanma gereklidir. Taşralı belki şairiyle, esnafıyla, genç kızıyla hasetçidir ama bir şehirli kadar değil. Taşradaki mahrum ve uzak oluştan doğan hasetçilik şehirlerde daha çoktur. Modern şehrin katı hiyerarşisi daha çok haset üretir. Şehirdeki haset canlı, dinamik ve yıkıcıdır. Taşradaki ise melankolik, çoğu zaman uzaklara bakan bir özlem.
Taşralıya hakim olan duygu hasetten çok gıptadır. Gıpta başkasındaki nimetin yok olmasını istemeden o nimete sahip olma arzusudur. Teknoloji ile sınıflar, kültürler, imkanlar arasındaki makasın açıklığı daha görünür oldu. Bu durum taşranın da öz bilincini artırdı. Taşralı, taşralı oluşunu daha net biliyor artık. Hırçın bir taklitçilikle de bunu aşmaya çalışıyor. Taklitçiliği taşralının hasetten çok gıpta ettiğinin kanıtı. Taklitçilikle başka olduğunun bilinci derinleşirken yaşam biçimi olarak taşra-merkez ayrımını silikleştiren bir benzeşmeye sebep oluyor. Bir yandan da dünya sisteminin taşrasında kalan ülkelerin toplumları sınıfsal ayrım gözetmeksizin, bir bütün olarak merkezin eziciliği karşısında taşralılaşıyor. Dolayısıyla o ülkedeki taşra-merkez ayrımı ikincil bir mesele haline geliyor.
Taşra-merkez ayrımının silikleştiği bir noktada bu ayrım üzerine siyaset kurulabilir mi? Seçim döneminden itibaren CHP’nin siyasi argümanlarından bir kısmını bu ayrım üzerine kurduğunu gördük. “Hoş geldin çiftçi Kemal, köylü Kemal, köylünün dostu, köylünün başkanı Kemal,” diyen amcamızın sözlerinin sloganlaştırılmasına şahit olduk. Bunda bir beis yok. Hatta işe yaradığı bile söylenebilir. Kılıçdaroğlu’nun seçim öncesi eskimiş yüzüne bir canlılık getirdi bütün bu heyecanlar. Fakat geçtiğimiz günlerde Sözcü TV’de verdiği beyanlarda aynı Kılıçdaroğlu’nun taşra ve kırsal üzerine seçim günlerindeki ruhtan uzak sözlerini dinledik. Seçimden önceki kuşatıcı tavır yerini itham eden bir tavra bırakmış görünse de ben burada bir tutarlılık görüyorum. Kılıçdaroğlu, seçim stratejisine dönüştürdüğü zihnindeki taşra ve merkez, kırsal ve kent ayrımını bu kez seçimi kaybetmenin bahanesi olarak kullanıyor.
“Kentlerde oturanların tamamı demokrasiden yana oy kullanmış insanlar. Kent kültürünü bilen, kenti yaşayan, ekonomiyi kendi yaşamının bir parçası olarak gören, komşuluk ilişkileri, özgürlük, medya özgürlüğü… Gazeteyi, televizyonu okuyan, tartışan, konuşan kentli dediğimiz sosyolojik olarak kentli dediğimiz kitle yüzde elli bir oranda Kılıçdaroğlu demiş.”
Kılıçdaroğlu’na ait bu cümleler baştan sona tuhaf. Ekonomiyi hayatının parçası olarak görmek ne demek? Taşrada, kırsalda iktisadi yaşamın dışında kalmış keşişler, dervişler mi yaşıyor? Merkezdeki komşuluk ilişkileriyle taşradaki komşuluk ilişkilerinin yapısında Kılıçdaroğlu’nun lehine oy kullandıracak fark ne? Tartışan ve konuşan bir kitle olarak görüyor kentte yaşayanları. Plazadaki siyasi tartışma ortamının köy kahvesindekinden daha nitelikli olduğunu mu düşünüyor gerçekten?
Seçimin kırılma yeri kentli-kırsal ayrımıysa bile sebepler Kılıçdaroğlu’nun bahsettiği sebepler değil. Taşra-merkez, kent-kırsal, köy-şehir gibi ayrımlar üzerinden siyasi bir hamle yapmasını ve bu hamlenin sonuçsuz kalmasının gerekçesi olarak yine aynı ayrımları kullanmasını Kılıçdaroğlu’nun yaşam hikayesini düşününce anlayabiliyorum. Bu hikaye aslında çoğumuzun hikayesi. Yatılı okullarda, üniversite kampüslerinde, ışıklı caddelerde geçen; bir yönüyle travmatik, bir yönüyle de güçlü bir yaşam iradesini içinde taşıyan büyük bir hikaye. Bunu yaşamış birinin zihninde bu ayrımın silikleşmesi çok zor.
Taşrayı gıpta ve hasetten uzak, soğukkanlılıkla anlamak gerekiyor. Kentli erdemlerden bahsetmek bir taşralı klişesi. Kentli erdemler klişesinden de taşralının kente ve kentliliğe karşı beslediği klişe hasetten de kurtulup taşrayı gerçek görüntüsü içinde yakalamak lazım. Niyâzî-i Mısrî’nin “Taşra üfürmek ile yalınlanır mı ocak?” diye bir mısraı var. Ocağın dışına üfleyen, hakikat ateşini yakamaz manasında. Taşra üfürmekten vazgeçmek ve ona göre siyaset geliştirmek lazım. Aksi olduğunda şu cümleyi kurabiliyorsunuz:
“Biz şunu da araştırdık: Acaba kırsaldaki insan neden bu ekonomik yıkımdan etkilenmedi diye, çok basit, ayda 500 lira verdiğinizde zaten harcayacak yer yok, köyde nereye harcayacak parayı?”
Kılıçdaroğlu bilmeli ki şu ekonomik koşullarda 500 liraya kırsalda satın alabileceğiniz tek şey taşra melankolisidir. İnsanlar ekonomik yıkımdan etkilenmelerine rağmen ona oy vermedi.