Ne kadar telaşlanmalıyız?
Sapla saman karıştığı için ciddi konuşma ile mizahı, siyasetle sosyal bilimi, günlük gerçekle tarih vizyonunu ayırt edemez hale geldiğimizi hissediyorum. Birkaç yıldır dünyada o kadar yoğun bir güç transferi var ki, büyük güçler öyle göstere göstere hareket ediyor ki, Türkiye'nin dünya üzerinde ve Türkiye'deki güçlerin kendi aralarında ve en nihayetinde hepimizin hayatında nasıl pozisyon aldıklarını ve bunun sonuçlarını idrak ve tahmin edemez olduk. Benim bildiğim bir şey var. O da dünyayı tanıyamamak, aklı başında ve dikkat sahibi insanların bile tanıyamaması anlamında söylüyorum, hareketin hız, yoğunluk ve karmaşıklığını gösteriyor. Gerçekten önemli ve geri alınamaz bir şeyler oluyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile yakın ekibi ve bazı muhatapları rüşvet, örgüt, terör finansmanı gibi suçlamalarla gözaltında. Herkes İmamoğlu ve yakın grubunun tutuklanacağını tahmin ediyor. Bunu dosya içeriğini bilmeden hukuken okumak bizler için imkansız. Tarih açısından ise lüzumsuz. İmamoğlu ve beraber hareket ettiklerinin para ile ilişkilerinin neticesi çok büyük olmaz. Savcı suçlar, hakim karara bağlar, zanlılar-mahkumlar temyize gider ve yargıtay dosya balyasını bağlayıp bir kenara koyar. Burada sözü edilen paranın yürümesi ise geri alınamayacaktır muhtemelen. Para gittiyse gitmiştir ama savcının yaptığı her tespit zanlıların hayatının geri kalanında ağır bir damga olarak kalacaktır. Rüşvet toplumumuzun bir gerçeği olduğu halde rüşvetten hüküm giymiş insanların itibarlarını geri kazanması düşünülemez.
Türk siyaseti açısından beklenen, İmamoğlu'nun Cumhurbaşkanlığı adaylığının muhtemel tutuklanma ve mahkumiyet neticesinde 2028 seçimleri için ihtimal olmaktan bile çıkmasıdır. Önemli mi? Bence kritik bir önemi yok. CHP ciddi bir şansa sahip ve bunu başka bir adayla, mesela Mansur Yavaş'la değerlendirecektir. CHP-AK Parti veya Yavaş-Erdoğan yarışını kimin kazanacağının garantisini bugünden kimse veremez. Dolayısıyla da pratik siyaset açısından konunun çok üstüne varmasak da bir şey kaybetmeyeceğiz.
Genel olarak siyasetin bir fenomen olarak yeniden şekillendiğini görüyoruz hem dünyada hem Türkiye'de. Hakim eğilim, liberal demokratik yönsemenin geri alınması, devlet iradesinin bütün somutluğuyla ortaya çıkması. Yakın geçmişte Obama ile Putin arasında tam bir zıtlık vardı. Bir tarafta gömlek kolunu sıvamış bir yıldız, karşı tarafta çar. Bugünse Amerika tarafında imparator var dense yeridir. Karşısında Rus çarı. ABD kendini ne kadar liberal satarsa satsın, ne kadar demokratik yapısının gücünü öne sürerse sürsün açık seçik göstere göstere otokratik bir momentte ve normal şartlarda 2028 Kasım'ına kadar da aynı momentte kalacak. Hindistan, Çin gibi yükselen bölgesel güçlerin daha az otokratik olduğunu kimse söyleyemez.
Avrupa Birliği ve İngiltere'ye gelince, İngiltere dışında çoğul veya çoklu siyasetin varlığı su götürür. İki genel eğilim, Merkez ve Faşizm Kıta Avrupa'sına yön verme mücadelesi veriyor, ki Avrupa'yı ilk elde ilgilendiren hiçbir meselede iki kanadın da eli rahat değil. AB'den çıkmak İngiltere'yi gelecek açısından kurtardı bana göre. İngiltere parasal ve askeri özerkliğin her şey olduğu kanaatini hiç tartışmadı. Geri kalan şeyler için Birlik'ten istifade etmek istemişti ama o hikaye de tarihteki gibi yarım kaldı. Ada yine adalığını yaptı ve küçük ebatlı, çok nüfuzlu ülke konumunda kalmayı başardı. Almanya ve Fransa ise ne yana dönseler birilerine tosluyorlar. İçerde de Faşizm'in, Beyaz Üstünlükçülüğünün ön almasını engellemeye çalışıyorlar. Yaşlı, şüpheci, amaçsız bir Avrupa'nın kimseye öğretecek dersi kalmamış.
Türkiye ise kifayetsiz muhteris mi, şu veya bu ata oynayarak geleceğini belirlemeye çalışan kumarbaz mı, siyasi ve hukuki kontrol karşılığında ekonomik büyümesini garanti altına alan tüccar mı, yetersiz idarecilerin yönetimindeki önemsiz kenar ülkesi mi... Bu listeyi sonsuza kadar uzatmak mümkün. Türkiye kadar her şeyin tam içinde kıyısında dışında bir ülke yok şu anda dünyada. O yüzden anlaması yapanlar için de bizim için de zor, bir sonraki Cumhurbaşkanı adayının rüşvet ve terör finansmanından gözaltına alınmasının öneminin derecesini. Siyasi açıdan elbette. Hukuken vasat bir konu bence. İmamoğlu paraya temas etmişse haram yiyen ne ilk ne son yerel yönetici olur. Belediyelerimizin bu konuda sütten çıkmış ak kaşık olmadığını hepimiz biliyoruz.
Ama siyaset fenomenine etkisi ve fenomenin yönünü değiştirme potansiyeli bakımından üstünde durmamızı gerektiriyor. Ve benim cevaplardan çok sorularım var. Ne kadar telaşlanmalıyız? Bir belediye başkanı tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu veya "Türkiye otokratikleşiyor" olduğundan dolayı değil. İşlerin tek elde toplanması eğilimi dünya devletleri için savaş hazırlığı anlamına geliyor. Türkiye'nin girebileceği topyekün bir savaşsa yok. Savaşamayacağımız için değil. Cephemiz sağlam olmadığından. Türkiye ancak Suriye, Karabağ, Somali ve Libya'daki gibi kısmi, sınırlı, vekalet üzerine kurulu savaşlara devam ettiğinde yaralanmadan dünyanın yaralarını onarabileceğini gösterdi. Ama Türkiye'nin topyekün içine çekileceği bir savaşın böyle bir onarma etkisi yapmayacağını çocuklar bile anlayabilir. 20. yüzyılın hatırası bunu kavramaya yeter.
Bilmiyorum yani. Ukalalık yapacak vakit değil. Enseyi karartacağımız bir durum da yok. İyimser ve katı gerçekçi olmaya devam etmeliyiz. Parti sloganlarına, aday propagandalarına ise en azından birkaç yıllığına kulağımızı tıkamak zorundayız. Türkiye, dünyada olup bitenlere maruz kalmamalı. Türkiye, dünyada olup bitenleri ıskalamamalı. Okuryazar halk olarak bizler de bu işin bir parçasıyız artık. İmamoğlu rüşvet aldı veya almadı. Bunda ona oy verenlerin dahi sorumluluğu çok sınırlı. Bunun ötesinde başlıyor her birimizin sorumluluğu. Dikkatsiz olmaya yerimiz yok. Küçük düşünmeye fırsatımız yok. Ahlakımızı ikmal etmeli, dürüstlükten taviz vermemeli, olanı tüm zararlarıyla göğüslemeliyiz. Bence yapacağımız bir şey de eşimizi, arkadaşımızı, bilhassa çocuklarımızı hazırlamak. Savaş çıkacak değil, belli yoğunlukta bir savaşın, her ân devam eden büyük bir ahlak savaşının tam ortasındayız. Allah yardımcımız olsun.