İsrail bu savaşı kaybediyor!


Filistinlilere uyguladığı şiddete rağmen, İsrail siyasi hedeflerine ulaşma yolunda başarısız.

Sayısı on bini bile bulmayan, gelişmiş silahlara erişimi çok az olan bir grup gayri nizami silahlının Amerika Birleşik Devletleri tarafından desteklenen ve silahlandırılan, dünyanın en güçlü askerî yapılarından birinin dengi olduğu söylemek kulağa deli saçması gibi gelebilir. Böyle olduğu hâlde gittikçe daha fazla müesses nizam analisti, İsrail’in bu savaşı Filistinlilere karşı kaybedebileceği yönünde ikazlarda bulunuyor, hem de Hamas 7 Ekim’de taarruza geçtiğinden beri İsrail’in ortaya saçtığı yıkıcı şiddete rağmen. İsrail’i saldırmaya kışkırtan Hamas, pek çok siyasi hedefine ulaşıyor olabilir.

İsrail de Hamas da kendi siyasi mücadelelerinin şartlarını 7 Ekim öncesi statükodan ziyade 1948’deki duruma yeniden çekmeye çalışıyor gibi görünüyor. Bir sonraki adımın ne olacağı belli değil fakat önceki vaziyete geri dönüş olmayacak.

Sürpriz saldırı, dünyanın en büyük açık hava hapishanesinin kapılarını açıp içinde en az 845 sivil bulunan 1200 kadar İsraillinin öldürüldüğü dehşet verici bir tahribata yol açarak İsrail’in askerî üslerini harekattan alıkoydu. Hamas’ın, Gazze Şeridi etrafındaki İsrail savunma hatlarını bu denli kolaylıkla ihlal etmesinin hayretiyle pek çoklarının aklına 1968 tarihli Tet Saldırısı geldi. Bu saldırıyı gerçek anlamda hatırlatacak bir şey yoktu Hamas’ın yaptığında; ABD’nin uzak topraklarda seferi kuvvetlerle yürüttüğü savaş ile varlığının tehdit altında olduğu algısıyla vatandaş ordusunun başlattığı, İsrail’in kendi giriştiği işgali savunmak için yürüttüğü savaş arasında büyük farklar var. Asıl benzerlik, daha ziyade, direnişçi bir saldırıyı şekillendiren siyasi mantıkta yatıyor.

1968’de Vietnamlı devrimciler çarpışmada yenildi ve yıllar boyunca sabırla inşa ettikleri siyasi ve askerî yeraltı yapısının büyük kısmını feda etmek zorunda kaldı. Fakat Tet Saldırısı, çok fazla Vietnamlının hayatına mâl olsa da Amerika’yı yenilgiye uğratmaları bakımından çok önemli bir andı. Tek günde aynı anda bütün ülkede 100’den fazla hedefe çarpıcı ve üst düzey saldırılar düzenleyen ve fazla silahı olmayan Vietnamlı gerillalar, Amerikan halkına Johnson yönetimi tarafından satılan galibiyet yalanını paramparça etti. Bu da on binlerce evladını feda etmesi istenen Amerikan halkına, devletlerinin bu savaşı kazanamayacağı sinyalini verdi.

Vietnamlı liderler, kendi askerî eylemlerinin tesirini asker ve levazım zayiatı ya da toprak kazanmak gibi geleneksel askerî ölçütlerden ziyade siyasi etkileriyle ölçtü. Hâl böyle olunca, 1969’da Henry Kissinger’ın feryatları duyuldu: “Biz askerî bir savaş yürüttük; karşımızdakiler siyasi bir savaş. Biz fiziksel zayiat peşindeydik; karşımızdakiler ise bizi ruhen yıpratmayı hedeflemişti. Bu süreçte gerilla savaşının başlıca kurallarından birini unuttuk: Gerilla kaybetmezse kazanır. Geleneksel ordu kazanmazsa kaybeder.”

Bu mantık, Washington’daki pek de barış güvercini olmayan Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nden Jon Alterman’ın İsrail’in Hamas’a karşı büyük bir kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğunu görmesini sağlamış:

Hamas’ın askerî zafer kavramı…Tamamıyla uzun soluklu siyasi neticelere yön vermekle alakalı. Hamas, zaferi bir ya da beş yılda kazanırım diye bakmıyor, Filistinlilerin dayanışmasını artıran ve yine İsrail’in tecridini artıran on yılların mücadelesiyle bu savaşı kazanırım diye düşünüyor. Bu senaryoda, Hamas dört bir yanı kuşatılmış Gazze halkını öfkeyle kendi çevresinde topluyor ve Filistinlilerin Filistin Yönetimini İsrail’in askeri otoritesinin beceriksiz uzantısı olarak görmelerini sağlayarak o hükümetin çökmesine yardımcı oluyor. Bu esnada, Arap devletleri de normalleşmeden sertçe uzaklaşıyorlar, Küresel Güney olanca gücüyle Filistin davasıyla saf tutuyor, Avrupa İsrail ordusunun aşırılıkları karşısında irkiliyor ve Amerika’da da İsrail’in 1970’lerin başından bu yana keyfini sürdüğü, iki tarafı da gözeten desteği yerle yeksan eden tartışma İsrail’in üzerine patlıyor.

Alterman’ın yazdığına göre Hamas “İsrail’i yenmek için İsrail’in çok daha fazla olan gücünü kullanmanın” peşinde, “İsrail’in gücü ülkenin Filistinli sivilleri öldürmesine, Filistin’in altyapısı tahrip etmesine ve kısıtlamalara yönelik küresel çağrıları hiçe saymasına müsaade ediyor. Bütün bunlar Hamas’ın savaş hedeflerini geliştiriyor.”

Bu gibi uyarılar Biden yönetimi ve Batılı liderler tarafından görmezden gelindi; söz konusu yönetimlerin İsrail’in savaşını koşulsuz şekilde kucaklamasının nedeni de İsrail’in 7 Ekim’deki sebepsiz saldırıdan mustarip olmadan önce barış içinde işine gücüne bakan bir başka Batılı ulus olduğuna dair yanılsamadır. Ancak tabii yaratılmasında suç ortağı oldukları bir gerçekliği kabul etmekten kaçınmayı tercih edenleri rahatlatan bir fantezi bu.

“İstihbarat fiyaskosunu” unutun; İsrail’in 7 Ekim’i öngörememesi önde gelen uluslararası ve İsrailli insan hakları örgütlerinin apartheid olarak adlandırdığı şedid sistemin sonuçlarını anlayamamakla alakalı siyasi bir fiyaskoydu.

Yirmi yıl önce, eski Knesset Sözcüsü Avrum Burg şiddetli bir karşı tepkinin kaçınılmaz olduğu yönünde uyarmıştı İsrail’i. “Olanlara bakılırsa Yahudilerin hayatta kalmak için 2000 yıldır direnmesi hem kendi vatandaşlarına hem de düşmanlarına kör, yozlaşmış, kanun tanımaz kimselerden oluşan ahlaksız bir kliğin yönettiği yerleşimler devleti kurulmasıyla sonuçlandı. Adaletten yoksun bir devlet ayakta kalamaz” diye yazıyordu The International Herald Tribune’de.

Araplar başlarını eğip, utanç ve öfkelerini ebediyete kadar yutsa bile bir işe yaramaz. Vurdumduymazlık üzerine kurulu bir yapı kaçınılmaz olarak kendi üstüne çökecektir… Filistinlilerin çocuklarını umursamayı bırakan İsrail, bu çocuklar nefret içinde gelip de kendilerini İsrail’in merkez şehirlerinde patlattığında şaşırmamalıdır.

İsrail günde 1000 Hamaslı erkeği öldürebilir ve yine de bir şey çözmüş olmaz, diye uyarmıştı Burg, çünkü İsrail’in şiddet eylemleri ancak Hamas’ın boşalan saflarını yeniden doldurmaya yarayacaktır. Doğruluğu defalarca kez kanıtlansa da Burg’un uyarıları kulak ardı edilmiştir. Bu mantık, şu an Gazze’ye yaşatılan yıkımda en abartılı haliyle vuku buluyor. Filistinlilerden sessizce acı çekmeleri beklenen bu öğütücü yapısal şiddet şunu anlatıyordu: İsrail’in güvenliği daima asılsızdı.

7 Ekim’i takip eden haftalar, eski statükoya dönüş olamayacağını teyit etti. Ölümcül saldırılarını sahneleyen Hamas’ın hedefi de muhtemelen buydu. Hatta bunun öncesinde İsrail’in lider kadrosunun çoğu Nekbe’nin yani Filistin’deki etnik temizliğin tamamlanması için açık çağrılar yapıyordu; artık bu sesler iyice çoğaldı.

Kasım ayının sonlarında karşılıklı mutabakat sonucu çatışmalara insani bir ara verildi, bu arada İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinlilerin bırakılması ve Gazze’ye giren insani yardımların artması karşılığında Hamas bazı rehineleri salıverdi. İsrail askerî saldırılarına kaldığı yerden devam edip Hamas da füze fırlatmaya döndüğünde, Hamas’ın askerî olarak yenilmediği açığa kavuştu. İsrail’in Gazze’de yaptığı kitlesel katliam ve yıkım, bölgeyi orada yaşayan 2,2 milyon Filistinli için yaşanmaz kılma ve askerî mühendislikle harmanladığı bir insanlık felaketi aracılığıyla zorla boşaltma niyetini ortaya koyuyor. Esasında, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin kendi tahmini şimdiye kadar Hamas’ın savaş güçlerinin yüzde 15’inden azını ancak ortadan kaldırdıkları yönünde. Bu da çoğu sivil, 8600’ü çocuk olmak üzere 21 binden fazla Filistinliyi öldürdükleri bir harekâtta yaşandı.

7 Ekim ve Filistin politikası

İsrail’in askerî gücü Hamas’ı Gazze yönetiminden neredeyse tamamen uzaklaştıracak. Fakat bazı analistler, mesela Hamas hareketi ve düşüncesini yirmi yıldır çalışan Tarık Baconi, Hamas’ın epey uzun süre boyunca Filistin’in geri kalanından ayrı bir bölgeyi, işgal gücünün belirlediği koşullar uyarınca yönetme prangasından kurtulmaya çalıştığını ileri sürüyor.

Hamas; 2018’de İsrail’in keskin nişancı şiddetiyle bastırdığı kitlesel silahsız Büyük Dönüş Yürüyüşü protestolarından tutun da Gazze’nin yönetimini ya iyileşmiş bir Filistin Yönetimi’ne yani üzerinde mutabakat sağlanan teknokratlara ya da seçilmiş bir hükümete devretme yönünde Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’in taş koyduğu çabalarına varana dek uzun süredir Gazze yöneticisi rolünden sıyrılmak istiyor. Bu esnada Gazze ve Batı Şeria’daki Filistin siyasetinin işgal statükosunu korumaktan ziyade bu statükoya direnişine yeniden yoğunlaşmasına uğraşıyordu. Eğer Hamas’ın saldırısının bir sonucu da Gazze’yi yönetme sorumluluğunun elinden gitmesi olursa, bu örgüt tarafından avantaj gibi görülebilir.

Hamas, Batı Şeria’daki iktidar partisini Filistin Yönetimi’nin İsrail ile yaptığı güvenlikle alakalı iş birliğini sonlandırmaya ve işgal ile doğrudan doğruya yüzleşmeye zorlayarak El- Fetih’i de benzer bir yola itmeye uğraştı. Dolayısıyla Gazze’nin kontrolünü kaybetmek Hamas’ın savaşta elde etmek istedikleri bakımından kati bir yenilgi olmaktan çok uzak. Nasıl ki el-Fetih için Batı Şeria’nın dağınık adalarında kalıcı ve sınırlı bir yönetim kurmak çıkmaz sokaksa, kendini Filistin topraklarını özgürleştirmeye adamış bir hareket için de Gazze’yi yönetmek çıkmaz sokak gibi görünmeye başladı.

Baconi diyor ki Hamas muhtemelen Filistin için yavaş ölüm addettiği statükoyu paramparça etmek için yüksek bahisli bir kumar çevirmeye mecbur hissetti. “Bütün bunlar yine de Hamas’ın strateji değişiminin uzun vadede başarılı addedileceği anlamına gelmez” diye yazıyordu Foreign Policy’de.

Hamas’ın statükoyu böyle şiddetle akamete uğratması İsrail’e pek tabii bir başka Nekbe fırsatı vermiş olabilir. Bu da bölgesel bir felaketle sonuçlanabilir ya da Filistinlilere iyileşmesi koca bir nesle mal olabilecek bir darbe indirebilir. Gelgelelim, şurası kesindir ki eskiye dönüş yoktur.

Şu durumda, Hamas’ın hesaplı hareketi ulusal direniş örgütü olarak kendi konumunu güçlendirmek üzere kuşatma altındaki Gazze’nin yönetimini feda etmek demek olabilir. Hamas, Fetih’i gömmeye çalışmıyor: Hamas ve Fetih arasında, özellikle de her iki fraksiyondan mahpusların başını çektiği çeşitli birlik anlaşmaları Hamas’ın birleşik bir cephe istediğini ortaya koyuyor. Filistin Yönetimi, bırakın Gazze’de dökülen kana anlamlı bir karşılık vermeyi, Batı Şeria’daki Filistinlileri bile İsrailli yerleşimcilerin artan şiddeti ve kemikleşmiş kontrolünden koruyamıyor. İsrail, Batı’nın Gazze desteği kisvesi altında yüzlerce Filistinliyi öldürdü, binlercesini tutukladı ve Batı Şeria’daki köylerin tamamını boşalttı, bu esnada devlet destekli yerleşimciler de saldırılarını yoğunlaştırıyorlardı. Bunu yaparken İsrail Fetih’in halk arasındaki itibarının altını oydu ve onu da Hamas’la aynı doğrultuda gitmeye zorladı.

Yıllardır İsrail Savunma Kuvvetleri tarafından korunan yerleşimciler Filistinlilerin köylerine sakinlerini köyden ayrılmaya zorlama ve İsrail’in işgal edilen bölge üzerindeki yasadışı kündesini sıkılaştırma amacıyla saldırır durur; fakat 7 Ekim’den beri bu istilanın sınırlarının genişlemesi İsrail’in ABD’li suç ortaklarının bile dudaklarını uçuklatıyor. Biden’in Batı Şeria’daki Filistinlilere şiddet uygulayan yerleşimcilere vize yasağı getireceği tehdidi yakasını kurtarmak için yaptığı bir şey: Bu yerleşimciler başıboş münferit aktörler olmaktan çok uzaklar, devlet tarafından silahlandırılıyor ve İsrail Savunma Kuvvetleri ve İsrail yasalarınca agresif yollarla korunuyorlar çünkü devleti politikasını hayata geçiriyorlar. Fakat Biden’ın uygunsuz tehdidi bile İsrail’in ABD yönetimiyle anlaşmazlık içinde olduğunu açık ediyor.

Hamas’ın Filistin’in tamamıyla ilgili görüşleri var, yalnızca Gazze’yle ilgilenmiyor; dolayısıyla 7 Ekim’le kastettiği de bütün Filistin’i dönüştürmek. 2021’de Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinlilerin mücadelelerini İsrail’in içindeki mücadelelerle ilişkilendirmeye çalışan “Unity Intifada” sırasında, Hamas bu hedefi destekleyen eylemlere girişti. Şimdi İsrail devleti Filistinli vatandaşlarından gelen herhangi bir karşıt görüş ifadesini bastırarak sürdürdüğü paranoyakça bir kampanyayla bu ilişkinin kurulmasını hızlandırıyor. Batı Şeria’daki yüzlerce Filistinli tutuklanıyor, içlerinde aktivistler ve Facebook’ta bir şeyler paylaşan yeniyetmeler de var. İsrail, Batı Şeria’da işlerin kızışabileceğinin fazlasıyla farkında. İsrail’in tepkisi, bu bakımdan, Batı Şeria ve Gazze halklarını birbirine yaklaştırdı yalnızca.

İsrail’in hiçbir zaman Ürdün Nehri’nin batısında kurulacak bir Filistin devletinin egemenliğini kabul etmeye niyeti olmadığı açıktır. Aksine, İsrail bölgedeki kontrolünü sağlama alma yönündeki uzun soluklu planlarını yoğunlaştırmaktadır. Bu durum ve İsrail’in El Aksa Camii’ne gitgide daha fazla zarar vermesi İsrail’in Batı Şeria, Doğu Kudüs ve dahi 67 savunma hattındaki her türlü kalkışmayı faal bir şekilde körüklediğini hatırlatır niteliktedir.

Şu durumda, ironiktir ki, İsrail’in yıkım savaşının ardından Gazze’nin kontrolünün Filistin Yönetimi’ne verilmesi konusunda ABD’nin ısrarı ve yerleşimci şiddetine ilişkin gecikmiş ve zayıf uyarıları Batı Şeria ve Gazze’nin bir bütün olduğu fikrini pekiştirmektedir. İsrail’in “teröristlerce yönetilen Gazze”den, onlarla iş birliği içindeki Filistin Yönetimi tarafından idare edilen uysal bir Batı Şeria çıkartmaya yönelik 17 yıllık politikası da suya düşmüştür.

7 Ekim’den sonra İsrail

Hamas’ın önderliğindeki baskın, İsrail’in yenilmez olduğu mitlerini ve devletleri Filistinlilerin hayatını karartırken dahi vatandaşlarının huzurlu olma yönündeki beklentilerini delik deşik etti. Daha birkaç hafta önce, Başbakan Benjamin Netanyahu İsrail’in çatışmayı Filistin’in artık “yeni Orta Doğu” haritasında yer almadığı bir noktaya kadar başarıyla “yönetmesiyle” iftihar ediyordu. İbrahim Anlaşmaları ve diğer ittifaklarla birlikte, bazı Arap liderler İsrail’i kucaklamaya başladı. ABD; Donald Trump’ın da Joe Biden’ın da Filistinlileri gitgide sıkılaşan İsrail apartheid’ına maruz bırakmaya gönüllü Arap rejimleriyle “normalleşmeye” odaklanmasıyla planını geliştiriyordu. 7 Ekim, bunun savunulamayacağını ve Filistinlilerin direnişinin diğer ülkelerin kendi kaderini tayin çabasını veto etme gücü teşkil ettiğini acımasız şekilde hatırlattı.

7 Ekim’in İsrail’in iç siyaseti üzerindeki etkisini ölçmek için henüz çok erken. 7 Ekim, İsraillileri daha savaş yanlısı kıldı fakat aynı zamanda devasa istihbarat ve karşı saldırı fiyaskosunun ardından kendi ulusal liderlerine daha az güvenmelerine sebep oldu. Gazze’de rehin tutulan İsraillilerin aileleri, askerî harekata ara vermek ve rehinelerin serbest bırakılması konusunda anlaşma sağlamak için hükümete karşı ciddi bir kitlesel hareket başlattı. Rehineler ve onların geri dönüşünü sağlamak için İsrail’den talep edilenlerle ilgili çarpıcı ve dikkat çekici görüş ayrılığı, siyasi ve askeri liderler arasında savaşı sürdürmeye yönelik kararlılığa rağmen, daha fazla serbest bırakma anlaşması ve tam teşekküllü ateşkes yönündeki baskıyı artırabilirdi. İsrail kamuoyu karmaşık, öfkeli ve öngörülemez tutumunu sürdürüyor.

Bir de bu savaşın gelişim modeli teknoloji sektörü ve diğer ihracat endüstrilerine doğrudan yüksek düzeyde yabancı yatırımı çekmeye dayalı olan İsrail ekonomisi üzerindeki etkisi var. Geçen seneki toplumsal protestoları ve anayasa tartışmalarıyla ilgili belirsizlik zaten yaz boyunca doğrudan yabancı yatırımlarda görülen yıllık yüzde 68’lik düşüşün nedeni olarak gösterildi durdu. Uğruna 360.000 yedek askerin seferber edildiği İsrail savaşı, şoklardan şok beğenin diyor. Ekonomist Adam Tooz kendi mecrası Substack’ta şöyle yazdı:

İsrail’deki teknoloji lobisi, iş gücünün onda birlik kısmının seferber edildiği şeklinde bir hesap yaptı. İnşaat sektörü, Batı Şeria’daki Filistinli iş gücünün karantinaya alınmasıyla felç oldu. Kimse restorana gitmediği ve kamusal alan buluşmaları da sınırlandığı için hizmet sektörü çöktü. Kredi kartı rakamları, İsrail’deki özel şahısların tüketiminin savaş patlak verdikten sonra neredeyse üçte bir oranında düştüğünü ortaya koyuyor. Boş zaman ve eğlence sektörüne harcanan paraysa yüzde 70 oranında azaldı. İsrail ekonomisinin dayanak noktalarından biri olan turizm aniden durdu. Uçuşlar iptal edildi, gemi taşımacılığı yön değiştirdi. Kıyı haricinde de İsrail hükümeti Chevron’a Tamar doğalgaz sahasındaki üretimi durdurma emri verdi ki bu İsrail’e 200 milyon dolarlık gelir kaybına mâl oldu.

İsrail, bu fırtınanın bir kısmını bertaraf edecek kaynaklara sahip varlıklı bir ülke; fakat varlık kırılganlığı da beraberinde getiriyor, İsrail’in kaybedecek çok şeyi var.

7 Ekim’den sonra Gazze

İsrail kuvvetleri bir çarpışma planıyla Gazze’ye daldı dalmasına da istilalarının ardından Gazze için bir net bir savaş planı yapmış değiller. İsrail’in bazı askerî liderleri Filistin Yönetimi’nin Batı Şeria bölgesinde yapmasından hoşnut oldukları türde bir “güvenlik kontrolü” sağlamayı amaçlıyor. Gazze’de bu kontrol çabası nüfusun çoğu tarafından desteklenen, çok daha iyi talim edilmiş bir kalkışmayla karşı karşıya gelecektir. İsrail hükümeti çevresindeki pek çok kişi, Gazze’yi yaşanmaz kılan bir insanlık krizi mühendisliğiyle, bölgedeki sivil nüfusun zorla yerinden edilip Mısır’a gönderilmesini destekliyor. ABD bunu bertaraf ettiğini söyledi fakat hiçbir akıllı kumarbaz İsraillilerin, İsrail’in nehir ve deniz arasında kalan Filistin nüfusunu azaltma yönündeki uzun soluklu demografik hedefleriyle doğrultulu olarak daha büyük bir kitlesel etnik temizlik izninden ziyade af peşinde olma ihtimalini göz ardı etmeyecektir.

ABD yetkilileri eski zamanların dua kitaplarına ulaştılar ve hayali “iki devletli çözüm”e dair birtakım yeni arayışlar vaadiyle Filistin Yönetimi’nin başındaki 88 yaşındaki Mahmud Abbas’ı Gazze’nin yönetimine geri getirmekle ilgili umutlu konuştular. Fakat İsrail’in durmadan genişleyen işgal sahasına göz yumduğu için Filistin Yönetimi’nin Batı Şeria’da bile itibarı kalmadı. Sonra bir de Filistin’in herhangi bir kısmında sahici bir Filistin egemenliğinin önlenmesinin uzun süredir Siyonist siyasi yelpazeden birçok İsrailli lider arasında bir mutabakat konusu olduğu gerçeği var. İsrail yöneticilerinin bir sonraki sene pekâlâ seçimle indirilebilecek bir ABD yönetimine dair beklentilere göre davranması gerekmiyor. Biden yeniden seçilse bile bu yöneticilerin ayakları baş edeceklerine dair kanıtlı ispatlı bir kabiliyeti var. ABD, İsrail savaş makinesinin sağ koltuğunda oturmayı seçti; İsrail’in kaderi pek belli değilse de herhangi bir Filistin devletinin kurulmayacağı kesin.

7 Ekim’in küresel etkisi

İsrail ve ABD, kendilerini Filistin’in başına gelenlerden sonra dünyanın geri kalanının “hayatına devam ettiği”ne ikna etmiş olabilir fakat 7 Ekim’den beri yaşanan olayların ortaya çıkardığı enerji tam tersinin geçerli olduğunu gösteriyor. Filistin’le dayanışma çağrısı Arap şehirlerinin sokaklarında yankılanıyor o günden beri, bazı ülkelerde eskimiş otoriter yönetimlere karşı muhalefeti anlatan şifreli bir dil olarak işlev görüyor. Küresel Güney’de ve Batı’daki şehirlerde, Filistin şu an Batı’nın ikiyüzlülüğü ve adaletsiz post-kolonyal düzenine karşı isyanın sembolü konumunda. ABD’nin Irak işgalinden bu yana, dünyanın her yerinden bu kadar insan protesto için sokağa çıkmamıştı. Örgütlü emek, İsrail’e silah gönderilmesine karşı durmak için enternasyonalist kaslarını güçlendirdi ve tarihi değiştirme gücünü hatırladı. Bunlarla birlikte İsrail’in savaş suçlarını kolaylaştıran devlet politikalarına karşı durmak için Uluslararası Ceza Mahkemesi, Adalet Divanı gibi yasal mekanizmalar ve hatta ABD ve Avrupa mahkemelerinden de istifade ediliyor.

Gazze’deki eylemleri karşısında bütün dünya dehşete kapılınca panikleyen İsrail ve destekçileri bu sefer İsrail’in zulmüne karşı çıkacak kişileri Yahudi düşmanı olmakla suçlamaya kırdılar direksiyonu; gelin görün ki kitle yürüyüşlerinden Yahudilerin Biden’in krizi ele alma biçimiyle ilgili anketlere yönelik sesli muhalefeti gösteriyor ki bu dayanışmayı Yahudi düşmanlığıyla eşitlemek yalnızca gerçeklere aykırı değil, aynı zamanda inandırıcılıktan da uzak.

Latin Amerika ve Afrika’daki pek çok ülke İsrail’le bağlarını sembolik olarak kesti, sivil halkın kasıtlı olarak bombalanması ve barınak, yiyecek, su ve tıbbi bakıma ulaşmalarının engellenmesi karşısında İsrail’in pek çok müttefiki bile dehşete kapıldı. Batı’nın Gazze’deki tutsak halka karşı tasvip etmeye gönüllü olduğu şiddetin boyutu, Küresel Güney’e sömürgeci Batı ile kapanmamış hesaplarını sert bir şekilde hatırlattı. Fransa Başkanı Emmanuel Macron ve Kanada Başbakanı Justin Trudeau, İsrail’e “bebeklere bomba atmayı” durdursun diye alenen yalvardığında İsrail bazı Batı ülkelerini kaybetme tehlikesiyle bile karşı karşıya kaldı. Arap ve Müslüman ülkeler için de aradaki ilişkileri geliştirmek şöyle dursun kısa vadede korumak dahi zorlaştı.

İsrail’in 7 Ekim’e verdiği karşılığın boyunduruğu altına girmek, ABD’nin “biz iyi çocuklarız” kılıfıyla Küresel Güney’de yeniden hegemonya kurma fantezisi balonunu da patlattı. Birbiri ardına çıkan Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistinli krizlerine verdiği tepkiler arasındaki tezat, ABD dış politikasının tam kalbinde riya olduğuna dair bir mutabakata varmasını sağladı herkesin, bu mutabakat da APEC Zirvesi’nde Malezya Başbakanı Enver İbrahim’in İsrail’in zulmüne karşı duramadığı için Biden’i yüz yüzeyken azarlaması gibi sıradışı görüntülere sahne oldu.

İbrahim, Biden’in Gazze’ye tepkisinin ABD’nin Rusya ve Çin ile rekabetinde müttefik olmak istediği ülkelerde ciddi bir güven sorununa yol açtığı yönünde hassaten uyardı. Arap müttefiklere, Washington’daki hamilerinin İsrail ile yan yana duracağını -İsrail Arap sivilleri bombalarken bile- göstermiş olmak, Küresel Güney devletlerinin jeopolitik portföylerini çeşitlendirme eğilimlerini muhtemelen güçlendirecektir.

Siyasi soru

Filistinlilerin katlanılmaz bulduğu bir statükoyu tuzla buz eden Hamas, siyaseti yeniden gündeme taşıdı. İsrail’in önemli bir askerî gücü var fakat siyasi olarak zayıf. İsrail’in savaşını destekleyen ABD müesses nizamının büyük kısmı mazlum bir topluluktan gelen şiddetin, bu topluluğa ezici bir askerî güç uygulamak suretiyle kökünün kazınabileceğini varsayıyor. Fakat Savunma Bakanı Lloyd Austin dahi bu kaideyle ilgili şüphesi olduğuna dair sinyaller verdi, İsrail’in binlerce sivili öldürdüğü saldırılarla bu insanları “düşmanın silahları olmaya itme ve taktik bir zaferi stratejik bir yenilgiyle [ikame etme]” riskine girdiği hususunda uyarıyor.

Batılı politikacılar ve medya, Hamas’ın Filistin toplumunu tutsak alan IŞİD tarzı nihilist bir kadro olduğu yönünde fanteziler kurmayı seviyor fakat Hamas, kökleri Filistin toplumunun dokusunda ve ulusal gayelerinde olan, çok-boyutlu bir siyasi hareket. On yıllardır yaşanan Filistin tecrübesiyle acımasızca tasdiklenen bir inancı somutlaştırıyor: Oslo sürecindeki fiyaskodan ve rakibinin inatçı düşmanlığından ötürü silahlı direniş, Filistin kurtuluşu için aslidir. İsrail ile müttefikleri, barış sürecini ve Filistin’in kurtuluş ararken başvurduğu bütün şiddetsiz stratejilerin önünü kesmeye devam ettikleri için de Hamas’ın nüfuzu ve popülerliği artmıştır.

İsrail’in seferberliği Hamas’ın askeri kapasitesinin azalmasına neden olacak. Fakat (daha önce yaptığı gibi) örgütün başındaki liderleri öldürse bile, İsrail’in 7 Ekim’e verdiği karşılık Hamas’ın mesajını ve hem bölgede hem de bölgenin ötesindeki Filistinliler arasındaki pozisyonunu haklı çıkarıyor. Hamas yanlısı şarkılarla Ürdün’de yapılan geniş çaplı protestoların eşi benzeri görülmemiştir. İsrail’e; nesilden nesle, her yıl, her gün Filistinlilere uyguladığı şiddetin bedelini ödetebilecek kapasitede görünen bir hareketin nihai cazibesini kabul etmek için Hamas'ın 7 Ekim eylemlerini onaylanmak veya desteklemek gerekmiyor.

Ayrıca tarih de düşmanları tarafından “terörist” olarak yaftalanan hareketlerin -mesela Güney Afrika’da ya da İrlanda’daki hareketler- iş siyasi çözüm bulmaya geldi mi müzakere masasına oturduğunu gösteriyor. İsrail ve Filistinliler arasında siyasi çözüm ihtimalinin yeniden ele alınması durumunda, Hamas’ın yahut temsil ettiği siyasi-ideolojik akımın çeşitli versiyonlarının kaybedeceğine bahse girmek tarih dışı olacaktır.

İsrail’in dehşet verici şiddetinden sonra neler olacağı hiç belli değil fakat Hamas’ın 7 Ekim saldırısı İsrail’in görünüşe göre Filistinli siviller üzerinde yok edici bir askerî güç kullanmaktan başka bir karşılık vermek istemediği siyasi çekişmenin başlangıçtaki haline dönmesini icbar etmiştir. Sekiz haftadır intikamını almak için uğraşsa da İsrail’in kazandığı söylenemez.

The Nation, Tony Karon & Daniel Levy

Çeviri: Fatma Büşra Helvacıoğlu

Etiketler
The Nation Filistin İsrail Gazze Savaş Politika Şiddet Terör Tony Karon Daniel Levy İktibas Fatma Büşra Helvacıoğlu